More

    Adanmışlıkla Zirveye: Vural Durmuş’un Üst Seviye Teknik Adamlar ve Yıldız Oyuncular ile Birlikte Başarı Dolu Yolculuğu

    - Advertisement -

    Vural Durmuş Kimdir?

    Amatör seviyelerdeki futbolculuk geçmişinden sonra Spor Bilimleri alanında üniversite eğitimini tamamlayıp atletik performans antrenörlüğüne adım attım. Yaklaşık olarak 15 yıldır profesyonel seviyedeki üst düzey futbol takımlarda çalışmaktayım. Şu anda Galatasaray Futbol A Takımı’nda tam zamanlı olarak, A Milli Futbol Takımında ise kamp dönemlerinde çalışmaktayım.

    Öğrencilik dönemimde her yaş grubu ve seviyedeki amatör kulüplerde antrenör görev yaptım. Üniversite mezuniyeti sonrasında okuldan çok değer verdiğim bir hocamın öncülük ettiği bir projeyle birlikte 2013 yılında Galatasaray Futbol Akademisinde atletik performans antrenörü olarak göreve başladım. Yaklaşık altı aylık süre zarfından sonra Roberto Mancini döneminde A Takımdaki ekibe destek vermeye başlayarak profesyonel seviyeye ilk adımlarımı atmış oldum. Devam eden süreçte beş yıl boyunca a takım teknik ekiplerinde kulüp adına atletik performans antrenörü görevini üstlendim.

    Bu dönem içerisinde sırasıyla Roberto Mancini, Cesare Prandelli, Hamza Hamzaoğlu, Mustafa Denizli, Jan Olde Riekerink, Igor Tudor,  Fatih Terim gibi üst düzey teknik adamlarla ile birlikte göre yaptım. Süreç içerisinde 2 Türkiye Süper Ligi, 2 Türkiye Süper Kupası ve 4 Türkiye Kupası şampiyonlukları yaşadım.

    2017-2018 sezonu sonunda kazanılan şampiyonluk sonrası Galatasaray’dan ayrıldım. Kasımpaşa’da Mustafa Denizli ve Tayfur Havutçu teknik ekiplerinde atletik performans antrenörü olarak görev yaptım.

    Pandemi başlangıcıyla birlikte bir buçuk yıl boyunca sadece profesyonel seviyedeki futbolcularla özel antrenman ve sakatlık sonrası sahaya dönüş programlarına yoğunlaştım.

    Ekim 2021’de, dönemin Milli Takımlar Sorumlusu Hamit Altıntop’un davetiyle A Milli Futbol Takımı’nda, teknik direktör Stefan Kuntz yönetimindeki ekibe katıldım. Daha sonra göreve gelen Vincenzo Montella ve ekibiyle birlikte de çalışmalarımı sürdürdüm. Bu dönemde yalnızca A Milli Takım Atletik Performans Antrenörlüğü değil, aynı zamanda Milli Takımlar Atletik Performans Departmanı Sorumluluğu görevini de üstlendim.

    2024 Avrupa Futbol Şampiyonasından sonra Galatasaray’dan almış olduğum teklifi değerlendirerek Okan Buruk liderliğindeki teknik ekibe katıldım ve görevime devam etmekteyim.

    UEFA A Lisansı ve TFF Atletik Performans Antrenörlüğü diplomasına sahibim. Ayrıca, Hareket ve Antrenman Bilimleri alanında yüksek lisans eğitimimi tamamlamış bulunmaktayım.

    Milli Takım’da çalışmak nasıl bir duygu?

    Milli Takım’da görev almak, kelimelerle tam olarak ifade edilmesi zor, içinde birçok özel duyguyu barındıran çok kıymetli bir deneyim. Bu mesleğe ilk adım attığımda, hedeflerimin en üst sıralarında Milli Takım’da görev almak vardı. O hayalin gerçekleştiği an, hayatımda unutamayacağım anlardan biridir.

    İlk kamp davetini aldıktan sonra, Riva’daki Milli Takımlar Tesisleri’nde bana özel bir oda tahsis edildi. Malzemelerim gelene kadar odada beklerken heyecan içindeydim. Ardından antrenman ekipmanlarını giyip aynaya baktığım o anda, ne kadar büyük ve anlamlı bir sorumluluğun beni beklediğini daha derinden hissettim. O anı hiçbir zaman unutamam.

    Benim için bu görev sadece bir mesleki başarı değil; aynı zamanda çok büyük bir onur ve sorumluluk. Ay-yıldızlı formayı temsil etmek için mücadele eden oyuncularla aynı sahada olmak, o atmosferi solumak tarif edilemez bir motivasyon kaynağı. Her kamp dönemi hem fiziksel hem de duygusal anlamda yoğun geçiyor. Ülke adına sahaya çıkan bir yapının bir parçası olmak, yaptığımız her çalışmaya farklı bir anlam yüklüyor. Bu bilinçle, görevimi layıkıyla yerine getirmek için elimden gelenin fazlasını vermeye çalışıyorum.

    Vural Durmuş, Hakan Çalhanoğlu ve milli takım oyuncularıyla antrenmanda koşarken
    Hakan Çalhanoğlu ve A Milli Takım ile hazırlık kampında

    Milli Takım’da sadece oyuncular değil, teknik ve destek ekipleri de kendi alanlarında en iyi isimlerden oluşuyor. Türk pasaportuna sahip en iyi futbolcularla çalışıyorsunuz ve bu da işin çıtasını her anlamda yukarıya taşıyor. Her oyuncunun gelmek istediği, her anının kıymetli olduğu özel bir yer burası.

    Son olarak şunu da söylemeden geçemem: Tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonası’na grup lideri olarak katıldık. Şampiyonaya hazırlık sürecinde 45 gün boyunca kamptaydık ve bir an bile yorulduğumu hissetmedim. Genç, potansiyeli yüksek, birbirine bağlı bir oyuncu grubuyla bir hedefe yürümek, insana çok büyük bir güç ve motivasyon veriyor.

    Paylaştığınız bu değerli ve birleştirici bilgiler için teşekkür ederim. Ancak dışarıdan bakıldığında, zaman zaman eleştiriler de gündeme geliyor. Özellikle sezon içinde birbirleriyle tartışma yaşayan oyuncuların Milli Takım’da başarılı olamayacağına dair bir algı oluşuyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

    İlk olarak şunu çok net ve altını çizerek ifade etmek gerekiyor ki: Milli Takım ortamı, kulüplerdeki yarışma rekabetlerinin ya da kişisel anlaşmazlıkların çok uzağında, ülke için bir araya gelinen ve tüm paydaşların ortak bir hedefe hizmet ettiği çok özel bir yapıdan oluşmaktadır. Kulüp sezonu boyunca rekabet yaşanması ve bu doğrultuda doğal olarak sahada zaman zaman gerilimler yaşanabilir. Ancak profesyonel seviyedeki oyuncular bu ayrımı yapabilecek ve bu süreçleri en iyi şekilde yönetebilecek olgunlukta ve bilinçte oluyorlar.

    Tüm bu durumları göz önünde bulundurarak biz teknik ekip olarak, oyuncularımızın bireysel özelliklerini, saha içi ve dışı davranışlarını çok iyi tanıyor ve gözlemliyoruz. Kampa gelen her oyuncu, oraya hangi formayla geldiğiyle değil, Ay-Yıldızlı formayla mücadele etmek için geldiğinin farkında oluyor. Zaten Milli Takım kültürü dediğimiz şey tam da bu farkındalık üzerine, inşa edilmiş durumda.

    Elbette takım içinde zaman zaman problemler yaşanabilir. Bu kaçınılmaz ve dünyadaki bütün takımlar için geçerli bir durum. Zira 35 kişilik oyuncu kadrosu ve teknik idari ekiple birlikte yaklaşık 60-70 kişiden oluşan bir ekipte, herkesin birbirini sevmesi mümkün değil ama saygı gösterip aynı hedefe yürümesi mümkün olabilecek bir durum. Önemli olan, bu farklılıklardan oluşan bu ekibi nasıl yönettiğiniz.

    İyi bir yönetim anlayışı, başarıya giden yolda belirleyici oluyor. Oyuncularımızın hepsi çok yetenekli ve yüksek seviyede performans gösterme potansiyeline sahipler. Ancak yalnızca yetenek yetmiyor; takımın dinamiklerine uyum sağlamak, oradaki ortama adapte olmak ve aidiyet duygusunu hissetmek de en az teknik kapasite kadar önemli. İşte bu duyguyu oluşturabildiğinizde, saha içinde de gerçek bir bütünlük ve organizasyonla birlikte başarı kendiliğinden geliyor.

    Galatasaray’da ve A Milli Takım’da aynı anda görev yapıyorsunuz. Bu iki önemli sorumluluğu üstlenmek ve aralarındaki koordinasyonu sağlamak sizin için nasıl işliyor?

    İki büyük ve üst seviyede mücadele edilen bir yapının içinde aktif görev almak, hem ciddi bir sorumluluk hem de çok özel bir deneyimler barındırıyor. Bu noktada en önemli unsur, zaman yönetimi, planlama ve iletişim. Galatasaray’daki tam zamanlı görevimle birlikte, A Milli Takım’da kamp dönemlerinde görev alıyorum.

    Her iki yapı da profesyonellik düzeyi çok yüksek organizasyonlar. Bu da işimi kolaylaştıran bir faktör. İletişim kanallarımız açık, ihtiyaçlar net, roller belli. Milli Takım’da bulunduğum dönemlerde kulüp tarafıyla sürekli temas halindeyim.

    Açık konuşmak gerekirse, bu iki yapı arasında görev yapmak, bazen yorucu olabilir ama mesleki tatmini çok yüksek. Çünkü her iki tarafta da ülkenin en üst düzey sporcuları, antrenörleri ve profesyonelleriyle birlikte çalışıyor olmak birçok anlamda fark yaratan bir durum. Böyle bir ortamda yer almak hem gelişim hem de kariyer basamaklarım açısından çok kıymetli. Bu görevlere layık olmak için sorumluluğumun farkında olarak hareket etmeye çalışıyorum.

    Sezon içerisinde oluşan yoğun tempo içerisinde Milli Takım’daki görevimi sorunsuz yürütmem konusunda kulübümün desteğini her zaman hissediyorum. Milli Takım’da birlikte çalıştığım teknik ekipte bu konulara çok fazla saygı gösteriyor ve karşılıklı koordinasyonu sağlayarak sorunsuz çalışıyoruz. Galatasaray’dan teklif aldığımda görüşürken milli takım sürecini devam ettirmek isteğimi belirttim ve bu konu Okan Buruk tarafından memnuniyetle karşılanırken son kararımı vermemde etkili olan konuların başındaydı. Vincenzo Montella ve ekibi de, kulüp tarafında herhangi bir sorun yaşanmadığı sürece benimle devam etmek istediklerini açıkça ifade ettiler.

    Zaten Milli Takım süreçleri, sezonun belli dönemlerine denk geliyor ve genellikle 8–10 günlük kısa kamplar şeklinde ilerliyor. TFF, kamp başlamadan önce kulüplere resmi yazıyla bilgilendirme yapıyor. Kulüpteki görevime devam ederken ekip arkadaşlarım bana büyük destek sağlıyor; kampta olmadığım dönemlerde gerektiği yerde uzaktan oyunculara destek vermeye devam ediyorum.

    En kritik konu ise şu: Hem Galatasaray’da hem de A Milli Takımda teknik direktörlerin liderliğinde koordinasyon içerisinde işleyen belirli düzenler mevcut. Bu güçlü koordinasyon sayesinde her iki tarafla da verimli bir şekilde çalışmak mümkün oluyor.

    Milli Takım’da yalnızca Türkiye’de oynayan oyuncularla değil, aynı zamanda Avrupa’nın en büyük kulüplerinde forma giyen oyuncularla da çalışıyorsunuz. Örneğin Hakan Çalhanoğlu (Inter), Kenan Yıldız (Juventus), Arda Güler (Real Madrid) gibi isimler… Bu oyuncularla Türkiye’deki futbolcular arasında ciddi farklar görüyor musunuz?

    Bu soru aslında en çok karşılaştığım sorulardan biri. Avrupa’nın elit kulüplerinde forma giyen oyuncularla çalışmayı çok değerli ve özel bir deneyim olarak görüyorum. Bu oyuncular, sadece teknik-taktik olarak değil, mantalite ve çalışma kültürü açısından da belirli bir seviyeye ulaşmış oluyorlar. Ancak bu durum, kesin olarak “Avrupa’da oynayanlar daha iyi” gibi bir genellemeyle açıklanamaz. Türkiye’de de hem fiziksel hem de taktiksel olarak çok iyi seviyeye ulaşmış, kendine çok iyi bakan, yüksek profesyonellikte oyuncularımız var. Fiziksel anlamda değerlendirme yapacak olursak bahsettiğiniz oyuncularımızla Türkiye liginde mücadele eden benzer pozisyondaki oyuncular arasında ciddi farklılıklar görmüyorum. Tabii ki Avrupa takımlarındaki sistem ve oyun planı oyuncuları daha farklı seviyelere çıkartabiliyor.

    Son yıllarda ülkemize gelen kaliteli yabancı teknik ekipler ve elit seviye futbolcuların öncülüğünde, Türkiye liginde mücadele eden oyuncularımızın da hem oyun kalitesi hem de profesyonel yaklaşımı ciddi anlamda gelişim gösterdi. Bundan yaklaşık 15 yıl öncesine baktığımızda, gerçekten Avrupa ile Türkiye arasında belirgin farklar vardı. Ancak son yıllarda ülkemize gelen kaliteli yabancı futbolcular ve teknik direktörler sayesinde, Türk futbolunun hem oyun kalitesi hem de profesyonel yaklaşımı ciddi anlamda gelişti.

    Bu gelişim yalnızca oyuncu kalitesiyle sınırlı kalmadı; Türk antrenörlerin de farkındalık seviyesi yükseldi. Bu sayede modern antrenman teknikleri antrenman öncesi yada sonrası ekstra çalışmalar gerektirdiğinden oyuncularımız artık daha bilinçli ve birçok konuda eskiye göre daha açık durumdalar.

    Basit bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’de bir takımda oynayan bir oyuncu ile Avrupa’da top koşturan bir başka oyuncu Milli Takım kampında buluştuğunda, kendi aralarında doğal olarak deneyim ve bilgi paylaşımı yapıyorlar. Takımların nasıl çalıştığını, seyahat düzenlerini, kamp organizasyonlarını konuşarak öğreniyorlar ve bu da genel bilinç düzeyini artırıyor.

    Galatasaray’da görev yaptığım dönemleri göz önünde bulundurarak birçok üst düzey teknik adamla çalışma fırsatı buldum. Onların uyguladığı antrenman sistemleri ve çalışma düzenleri, daha önce Türk futbolunda çok da yaygın olmayan yapılar sunuyordu. Bu sistemleri uygulayıp pozitif çıktılar aldığımızda, biz de bu düzenleri sahiplenmeye başladık. Aynı şekilde Avrupa’dan gelen bazı oyuncuların bireysel antrenman yaklaşımları ve alışkanlıkları, bizim için de örnek teşkil etti. Bu da doğal olarak antrenörlük pratiğimizi geliştirdi.

    Son yıllarda ülkemizde UEFA ve TFF’nin birlikte düzenlediği antrenör eğitimlerinin güncellenmesiyle birlikte, Türkiye’deki antrenörlük yaklaşımı da ciddi anlamda modernize edildi. Antrenman sistemleri Avrupa standartlarına çok yaklaştı. Ancak bu noktada kültürel farklılıkları da göz ardı etmemek gerekiyor. Bizim doğuştan gelen ya da çevresel olarak şekillenen bazı alışkanlıklarımız var. Zaman zaman bu alışkanlıkları kırmakta zorlanıyoruz. Yani antrenman içeriği ve yoğunluğu açısından Avrupa ile benzer şeyler yapılıyor olabilir ama işin futbol dışı, kültürel kısmı süreci biraz zorlaştırabiliyor.

    İyi futbol oynanan ve organizasyonu olan ülkelerle ne kadar fazla temas hâlinde olursak – ister teknik adam, ister oyuncu transferi, ister veri paylaşımı anlamında – bu durum Türkiye’deki ligin organizasyonel yapısını da o kadar olumlu etkiliyor. Altyapıdan başlayarak Süper Lig’e kadar uzanan yapı ne kadar doğru inşa edilirse, biz de ülke olarak o kadar ileri gidebiliriz. Ancak şu anda bu organizasyonel yapının hâlâ gelişim sürecinde olduğunu da belirtmek gerekir. Hâliyle bir tarafı toparlarken, başka bir tarafı eksik bırakmak gibi durumlar da yaşanabiliyor.

    Teknik direktör, yardımcı antrenörler ve sağlık ekibiyle iş birliğinizi nasıl yürütüyorsunuz? Sizce performans odaklı bir ortamda ortak bir dil oluşturmanın ve güven inşa etmenin rolü nedir? Ayrıca karakter olarak birbirinden çok farklı teknik direktörlerle çalıştınız. Bu çeşitliliği nasıl yönettiniz?

    Modern futbolda başarı artık sadece sahadaki 11 oyuncunun performans göstermesiyle değil, kulüp ya da milli takım çatısı altındaki görev yapan tüm birimlerin birbiriyle olan uyumuna ve çalışma düzenine bağlanmakta. Bu anlamda teknik direktör, yardımcı antrenörler, performans, analiz ve sağlık ile destek ekipleri arasında kurulan iletişim yapısı ve koordineli çalışma çok kritik ve belirleyici bir öneme sahip.

    Ben kendi görev alanımda, her zaman bilgiyi objektif olarak paylaşan, açık iletişimi önceleyen ve şeffaf bir yaklaşımı tercih ediyorum. Performans verilerinin doğru değerlendirilmesi, oyuncu yüklemelerinin planlanması, sakatlık riskinin yönetilmesi, sakatlık sonrası sahaya dönüş gibi konular ortak bir anlayış gerektiriyor. Bu da ancak karşılıklı güven ve ortak bir dil ile mümkün. Teknik ekiplerle aramızda güvene dayalı bir köprü kurulduğunda, karar süreçleri de çok daha sağlıklı olup sürdürülebilir hale geliyor.

    Roberto Mancini’den Fatih Terim’e, Prandelli’den Igor Tudor’a güncel olarak Okan Buruk ve Vincenzo Montella dahil olmak üzere farklı karakterde ve anlayışta teknik direktörlerle çalıştım. Bu süreçlerde çok farklı yaklaşımları deneyimleme şansım oldu. Bu deneyimlerin çıktıları benim için çok değerli öğretilerden oluşan ve adeta her zaman yanınızdan ayırmamanız gereken bir başucu kitabı gibiydi. Her teknik adamın oyun anlayışının, iletişim tarzının ve beklentilerinin birbirinden farklı olması, sizin bu farklılıklara uyum sağlayıp birlikte çalışabilmeniz birçok anlamda farklı pencereler açılmasına ve gelişiminize olanak sağlıyor.

    Vural Durmuş, Türkiye A Milli Takımı ile Euro 2024 ısınma antrenmanında
    Vural Durmuş, Euro 2024 öncesi A Milli Takım ile maç öncesi ısınmada

    Teknik ekiplerdeki işleyiş genellikle belli bir sistem üzerinden ilerler. Özellikle yardımcı antrenörler, teknik direktörler kadar önemli bir rol üstlenirler. Çünkü yardımcı antrenörler, teknik adamın iş yükünü azaltan, diğer birimlerle olan organizasyonu sağlayan ve hem ekip içi hem de oyuncularla iletişimi yöneten ana figürlerdir.

    Sağlık ekibi yapısına değinecek olursak genel olarak sağlık kurulu sorumlusu doktor liderliğinde fizyoterapist ve masörlerden oluşmaktadır. Ekip olarak oyuncuların antrenman ve maçlara en iyi ve sağlıklı şekilde hazırlanmaları konusunda kritik bir öneme sahiptirler. Sakatlık riski bulunan oyuncuların tespiti, koruma programları, sakatlanan oyuncuların tedavileri, rejenerasyon çalışmaları gibi konularda teknik ekibe her zaman bilgi akışı sağlamaktadırlar.

    Örneğin, sakatlık sonrası sahaya dönüş sürecinde bir oyuncunun o günkü antrenmanın hangi bölümüne katılacağını, hangi bölümde bireysel çalışmaya geçeceğini yardımcı antrenörle önceden konuşup planlıyoruz. Bu noktada sağlık ekibiyle olan iş birliği de büyük önem taşıyor.

    Bu sürecin doğru işlemesi için ekip içindeki iletişim hayati öneme sahip. Hızlı, şeffaf ve profesyonel bir iş birliği olmadan bu geçişlerin verimli sonuçlar doğurmasını beklemek çok mümkün olmuyor. Milli Takım’da da benzer bir yapı geçerli, ancak oradaki kamp süreleri daha kısa olduğu için aksiyon planlarını daha hızlı şekilde hayata geçirmek gerekiyor.

    Birçok farklı karakterde teknik direktörle çalıştım. Her biri kendi tarzına sahipti ve her biri bana farklı bakış açıları kazandırdı. Farklılıkları başarıyla yönetebilmek, ekip kültürüne uyum sağlamak ve iletişim dilini duruma göre esnetebilmekle mümkün. Bu da zamanla gelişen bir beceri.

    Galatasaray’da antrenman çalışma organizasyonu nasıl işliyor? Günlük bir antrenman sürecini bize anlatabilir misiniz?

    Antrenman çalışma organizasyonu belirli bir sistem ve düzen üzerinden işlemekte. Sağlık ve performans ekipleri oyuncuların durumlarını değerlendirir. Teknik ekip bir araya gelerek o gün için hazırlanan programlar üzerinde analizler yapılır. Sağlık ekibinden gelen bilgiler doğrultusunda antrenman kurgusu hazırlanır. Bu kurgu hazırlanırken o günkü antrenmanın içeriği; önceki günün yüklemeleri, oyuncuların fiziksel durumları, sakatlık riskleri ve yaklaşan maç programı göz önünde bulundurularak şekillenir.

    Antrenman saatinden önce fitness da ve tedavi odasında oyuncuların antrenmana hazırlık süreçleri başlar.

    Sahadaki programlar tamamlandıktan sonra bireysel olarak çalışmaları bulunan oyuncular saha ve salonda çalışmalarına devam eder. Antrenmanını tamamlayan oyuncular ise toparlanma uygulamalarına geçiş yaparlar.

    Galatasarayın 25’inci şampiyonluk kutlamasından Okan Buruk ve Vural Durmuş

    Bütün bu süreçte performans ekibi, sağlık ekibi ve teknik ekip sürekli iletişim hâlindedir. Her yüklenme planlı olarak yapılır ve anlık olarak takip edilir, antrenmanlardaki veriler analiz edilir ve diğer günlerin planları bu veriler üzerinden oluşturulur. Dolayısıyla sahada gördüğünüz her çalışma, arkasında ciddi bir planlama ve ekip koordinasyonu barındırır.

    Yüksek performans sporlarında sizin için özel anlam taşıyan bir mesaj ya da ilkeniz var mı? Bu bakış açısını sporculara ve geleceğin antrenörlerine nasıl aktarmak istersiniz?

    Yüksek performans dünyası başlı başına özel ve yoğun bir alan. Burada sıradan bir çabayla ayakta kalamazsınız; ciddi bir özveri, istikrar ve adanmışlık gerekir. Ben bu alanı tek kelimeyle tanımlayacak olsam, “adanmışlık” derim. Çünkü hem fiziksel hem zihinsel anlamda ağır bir yükün altına giriyorsunuz. Bir yandan özel hayatınızı dengelemeye çalışırken, diğer yandan sizden beklenen yüksek talepleri karşılamanız gerekiyor.

    Çalıştığım sporculara her zaman şunu vurgularım: Bu işin doğasında hem iyi performans hem kötü performans var ve bu ikisi arasındaki geçiş çok hızlı olabiliyor. Hepimiz insanız; bazen hata yaparız, bazen beklentilerin üstünde, bazen de altında performans sergileriz. Önemli olan, bu iniş çıkışları sağlıklı bir şekilde kabul edip yönetebilmektir. Zirvede olduğunuzda doğru kalabilmek ve düşüş yaşadığınızda tekrar ayağa kalkabilmek, gerçek disiplin ve mental olgunluk ister. Çünkü her iki durumda da kendinize karşı objektif olabilmek büyük öneme sahip.

    Benim için bu mesleğin özü şudur: “Hedef =Çalışmak” Bugün şu hareketi yapmasam da olur” ya da “şu tatlıyı yesem bir şey olmaz” gibi düşünceler kısa vadede zararsız görünür, ama uzun vadede hedeflerinizden sizi uzaklaştırır. Aynı şekilde her şeyi aşırıya kaçırmak da sürdürülebilir değildir. Asıl mesele, dengeli, sistemli ve istikrarlı bir yaşamı prensip edinmektir. Bu durum özellikle bireysel sporlarda çok net görülebilir. Örneğin tenisçiler; bazen 5 saat süren maçlar oynuyorlar. Bu sadece fiziksel dayanıklılıkla açıklanamaz. Oradaki olağanüstü geri dönüşler, sahada verdiğiniz zihinsel ve duygusal mücadeleyle, stratejiyle birleşir.

    Geleceğin antrenörlerine ve genç sporculara söylemek istediğim en net şey şu: Eğer bu işi gerçekten seviyorsanız, fedakârlık yapmaya, düzenli yaşamaya ve disiplinli olmayı kendinize ilke edinmelisiniz. Başarı sadece yetenekle değil; o yeteneği sürdürülebilir kılacak bir yaşam felsefesiyle mümkündür.

    Eğitim, özellikle de genç antrenör adayları için sizce ne kadar önemli? Siz hâlâ kendinizi geliştiriyor musunuz?

    Kesinlikle çok önemli. Ben de hâlâ aktif olarak eğitim alıyorum ve elimden geldiğince farklı alanlardan beslenmeye çalışıyorum. Çünkü jenerasyonlar değişiyor; insan değişiyor, futbolcu profili değişiyor, teknik adamların beklentileri ve oyuncuların yaklaşımları sürekli yenileniyor. Dolayısıyla bizim de kendimizi sürekli güncel tutmamız gerekiyor.

    On yıl önce öğrendiğimiz bilgilerle bugün aynı şekilde ilerlememiz mümkün değil. Değişim ve gelişim süreçlerine açık olmak her zaman önemli ama bu değişim telaşla değil, zamanla ve sabırla yönetilmeli. Öğrenmek, okumak, araştırmak, kendine yatırım yapmak asla bitmeyen bir yolculuktur. Futbolu sadece “90 dakika, 11’e 11 oynanan bir oyun” olarak sınırlandıramayız; işin içinde taktik kadar, 30–35 kişilik farklı karakterlere sahip bir oyuncu grubunun yönetimi de var. Her oyuncuya aynı şekilde yaklaşamazsınız; bu nedenle bakış açınızı ve rutinlerinizi sürekli gözden geçirmelisiniz.

    Ben kendimi sadece futbolla ilgili eğitimlerle ya da kurslarla sınırlamıyorum. Sanatla ilgili okumalar yapıyorum, biyografilerden çok değerli çıkarımlar yapıyorum, hatta sinemadaki oyunculuk performanslarından bile ilham aldığım oluyor. Her detaydan bir anlam çıkarmaya çalışıyorum: “Bu bana ne katabilir?” sorusunu sık sık kendime sorarım. Çünkü oyuncular için söylediğim şey bizim için de geçerli: Eğer en yüksek seviyelerdeki kulüplerde görev yapacaksak, sadece bilgi olarak değil, vizyon olarak da hazır olmamız gerekir.

    Vural Durmuş, Galatasaray antrenmanında sahada yürürken
    Galatasaray antrenmanında hazırlık sürecine odaklanan Vural Durmuş

    Antrenörlükte en kritik becerilerden biri süreç yönetimidir. Her oyuncunun dünyaya bakışı, hayalleri, algısı, yaşanmışlıkları, tepki biçimi farklıdır. Dolayısıyla herkese aynı dille yaklaşamazsınız. Farklı profilleri anlayabilmek, analiz edebilmek ve doğru zamanda doğru tepki verebilmek; iyi bir antrenörün en önemli meziyetlerinden biridir.

    Peki, dil öğrenmenin bu süreçteki yeri nedir?

    Dil konusu, benim için “olmazsa olmaz” diyebileceğim bir alan. Hatta açıkça söylemem gerekirse, bu konuda kendimi en acımasız şekilde eleştiriyorum. Keşke daha önce bu alana daha fazla yatırım yapsaydım daha fazla zaman ayırsaydım. Şu an İngilizcem belirli bir seviyede olsa da, daha ileri düzeyde olmamasından dolayı zaman zaman zorluk yaşıyorum ve bu beni rahatsız ediyor. Bu yüzden hâlâ fırsat buldukça çalışıyorum.

    Üstelik sadece İngilizce değil, mümkünse bir ikinci dili de öğrenmelerini öneriyorum. Çünkü bu, farklı kültürleri anlamak, yapılan bilimsel çalışmaları ve güncel yayınları takip etmek, sosyal hayata daha rahat entegre olmak için büyük bir avantaj. Özellikle genç antrenör adaylarına bu konuda çok net bir tavsiyem var: İngilizcenin yanında mutlaka başka bir yabancı dil öğrenin.

    Aynı tavsiyeyi genç oyunculara da veriyoruz. Çünkü neredeyse her oyuncunun bir yurt dışında oynama hayali var. Ancak dili bilmeden, sosyal hayata karışmadan, yaşadığı ülkenin kültürünü anlamadan başarılı olmak imkânsıza yakın. Üstelik sadece başarısızlık değil, bu süreç psikolojik olarak da oyuncuya ciddi zarar verebilir. Bu yüzden erken yaşta dil eğitimi, hem sportif hem de kişisel gelişim açısından büyük bir yatırımdır.

    Türkiye’de atletik performans gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle altyapılar özelinde, önümüzdeki yıllarda görmek istediğiniz yapısal değişiklikler neler olurdu?

    Bu soruyu aslında ikiye ayırmak gerekir. A Takım seviyesinden başlarsak, son 10 yıla baktığımızda çok ciddi bir ilerleme kaydedildiğini söyleyebilirim. Kullanılan ekipmanlar, antrenman takibi, performans analiz sistemleri gibi birçok alanda Avrupa standartlarına çok yaklaştık. Özellikle Süper Lig düzeyinde kulüpler artık veri temelli çalışıyor, bireysel antrenman ve yüklenme planları yapılıyor ve gelişmiş analiz araçları kullanmayı tercih ediyor.

    Ancak iş altyapı ve akademilere geldiğinde tablo ne yazık ki aynı ölçüde parlak değil. Özellikle pandemi sonrası yaşanan ekonomik daralma, birçok altyapı organizasyonunu derinden etkiledi. Antrenman koşullarından tutun da antrenörlerin maaş ve sosyal güvencelerine kadar pek çok temel konuda ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Fiziksel şartlar da yeterli değil; örneğin bir sahayı aynı anda dört beş farklı takımın kullanmak zorunda kaldığı kulüpler var. Böyle bir ortamda kaliteli bireylerin, sporcuların ve antrenörlerin gelişimden söz etmek elbette çok zor.

    Bir diğer önemli sorun ise çocukların okul saatleriyle antrenman programları arasındaki uyumsuzluklar. Aileler şu soruyla karşı karşıya kalıyor: “Bu çocuk okula mı gidecek, yoksa futbola mı yönelecek?” Ama iki tarafın da kesin bir garantisi yok. Sonuçta iki tarafa da tam olarak odaklanamayan, arada kalan ve kaybolan çok sayıda genç yetenek çıkıyor.

    Özellikle büyük şehirlerde, kulüp sayısı fazla ama tesisleşme ve altyapı şartları oldukça yetersiz. Bu da altyapılardaki gidişatın çok daha derinlemesine ele alınmasını analiz edilmesini ve ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden tasarlanmasını gerektiriyor. Dönem dönem farklı kulüpler örnek projeler geliştirdi, ancak ne yazık ki uzun vadeli olarak sürdürülememiş durumda. Genel tabloya baktığımızda, üzülerek de olsa bu konuda daha çok yolumuz olduğunu söylemek mümkün.

    Genç milli takımlar düzeyinde birçok uluslararası turnuvada yer alarak ciddi rakiplere karşı üstünlük kurup galibiyetler alıyoruz. Ancak sürecin devamında rakiplerdeki oyuncular üst seviyelerde futbol oynamaya devam ederken ülkemizde bu oran maalesef çok düşük seviye kalıyor. Sürdürülebilir ve kendi içinde gelişime destek veren bir futbol akademisi organizasyonuna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

    Peki bu sistem sizin elinizde olsa, neyi değiştirirdiniz?

    İlk olarak altyapıya yatırımın ve gelişimin önündeki en büyük engellerden biri olan “fiziksel alan” sorununu çözmeye çalışırdım. Bugün özellikle büyük şehirlerde, bir karış toprak bile son derece değerli olduğu için spor tesisi yapmak yerine daha farklı projeler tercih ediliyor. Bu da oluşturulmak istenen ve ideal olan futbol altyapı organizasyonun oluşturulup geliştirilmesini ciddi şekilde sekteye uğratıyor.

    Ülke futbolunun temel taşları olan büyük kulüplerimiz bile, maalesef akademi takımlarının ideal şekilde kullanabileceği tesis standartlarına sahip değil.

    Bu noktada devletin spor politikalarının belirleyici rolü olduğuna inanıyorum. Son yıllarda birçok kulübümüze modern standartlarda stadyumlar kazandırıldı; bu çok önemli bir adım. Ancak benzer bir yaklaşımı, altyapı takımlarının kullanabileceği tesisler için de hayata geçirmemiz gerekiyor.

    Bunun için seferberlik düzeyinde bir projelendirme ve ülke genelinde farkındalığı artıracak çalışmalar başlatılabilir. Böylece altyapı projeleri, spor tesisi planlamalarında öncelik kazanır ve futbolumuzun temeli olan genç oyunculara çok daha sağlıklı gelişim ortamları sunulabilir.

    Eğer bu sorunlar çözülmezse, yetenekli oyuncularımızı doğru şekilde geliştirmekte zorlanmaya devam ederiz. Dolayısıyla değişimin sadece teknik-taktik olarak değil, altyapıdan başlayarak sistemsel ve yapısal olması gerekiyor.

    Sizce altyapı akademileri bu zorluklar nedeniyle büyük şehirler dışına mı taşınmalı?

    Evet, bu soruya kesin bir “evet” demek zor ama bu yönde bir eğilim olacağını düşünüyorum. Özellikle büyük şehirlerde arazi maliyetlerinin çok yüksek olması, altyapı projelerinin sürdürülebilirliğini ciddi şekilde zorlaştırıyor. Bu yüzden bazı kulüplerin daha uygun maliyetli alanlara yönelmesi kaçınılmaz hale geliyor.

    Belki büyükşehirlere yakın bölgelerde işlevselliği yüksek yeni kamp ve altyapı merkezleri kurulabilir. Oyuncular bu merkezlerde belirli bir seviyeye kadar gelişip, sonrasında üst liglerdeki ve belli kriterleri sağlayan kulüplere entegre edilebilir. Bu sistem, hem oyuncu gelişimini destekler hem de şehir içindeki yoğunluğu azaltır.

    Ancak tüm bunların gerçekten verimli bir sistem hâline gelmesi için daha radikal kararlar alınması gerekiyor. Belirli bir sistem dahilinde altyapı standartlarının oluşturulması, bu standartların denetimli bir şekilde korunması ve desteklenmesi, futbolumuzun uzun vadeli başarısı için kritik öneme sahip.

    Son olarak eklemek istediğiniz bir şey ya da genç futbolculara, antrenör adaylarına vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

    Futbolcu ya da antrenör, hangi rolde olursanız olun; yaptığınız işe tutkuyla bağlanmak, gerekliliklerini yerine getirmek, gerektiğinde fazladan mesai yapmak ve fedakârlıklarda bulunmak bu yolculuğun doğal bir parçasıdır. Tüm bu emeklerin karşılığını aldığınızda, aslında ne kadar anlamlı bir iş yaptığınızı çok daha iyi anlıyorsunuz.

    İlk kez bir kupa madalyası aldığımda yaşadığım duyguyu tarif etmem mümkün değil. Sezon boyunca verilen emekler, çekilen zorluklar, yapılan fedakârlıklar ve sonunda gelen başarı… Bu başarının bir parçası olmak, milyonlarca insanı sevindiren bir hikâyenin içinde yer almak gerçekten çok kıymetli. Ya da sezon boyunca bire bir ilgilendiğiniz bir oyuncunun gösterdiği gelişim, yaptığı çıkış, Milli Takım’a yeniden seçilmesi, iyi bir teklif alması… Bunlar sizin dokunduğunuz detaylardan, katkı verdiğiniz hikâyelerden sadece bazıları.

    Vural Durmuş ve Victor Osimhen, Türkiye Kupası ile poz verirken
    Vural Durmuş ve Victor Osimhen, Türkiye Kupası zaferinin ardından

    Ben çocukluğu futbolcu olma hayaliyle yaşamış ama bu hayalden çeşitli nedenlerle uzaklaşmak zorunda kalmış biriyim. Belki o süreçte yeterince doğru yönlendirilmedim, belki kendim de bilinçli davranamadım. Ama bu süreç benim antrenörlüğe başlamamdaki en büyük motivasyon kaynağım oldu. Şimdi ise kendime şu soruyu soruyorum: “Ben olamadıysam, yapamadıysam olabilecek olanlara, yapabilecek olanlara nasıl destek olabilirim?” Bu düşünceyle hareket ediyorum. Nerede hata yaptıysam, hangi eksiklikleri yaşadıysam, alttan gelen antrenörlere ya da gençlere bunları aktararak onların zaman kaybetmelerinin önüne geçmeye çalışıyorum.

    Çünkü biz; işini doğru yapan, ahlaklı, gelişime açık insanları bir araya getirdiğimizde, sadece bireylere değil, ülkemize ve hatta dünyaya faydalı işler yapmış oluyoruz. Bu inançla, emek veren herkesin yolunun açık olmasını diliyorum.

    İster genç oyuncu olsun ister genç antrenör olsun yaptığınız işi anlamlı kılın. Çünkü başarı, sadece maddi kazançlar, kupalar kaldırmak değil, iz bırakmaktır.

    Bugüne kadar Türkiye Ligi, Süper Kupa, Türkiye Kupası şampiyonlukları yaşadım. Milli Takım’da görev aldım, Avrupa Şampiyonası gibi uluslararası bir organizasyonda ülkemizi temsil etme şansını yakaladım. Geriye dönüp baktığımda; öğrencilik günlerimden başlayarak uykusuz kaldığım, yorulduğum, fedakârlık yaptığım, durmadığım her anın gerçekten değdiğini hissediyorum.
    Diliyorum ki herkes – ister futbolcu ister antrenör olsun – bu duyguları bir gün yaşama fırsatı bulur. Çünkü bu duyguyu yaşamak, mesleğinizin ötesinde hayatınızın en anlamlı anlarından biri oluyor.

    - Advertisement -
    Cagri Yildirim
    Cagri Yildirim
    Cagri, studied Marketing (BSc) in Germany with Turkish roots, combines his passion for football with investment, analytical and psychological expertise. A FIFA-licensed agent, sports mental and former amateur coach, he works at Daimler Truck AG in global market development. With a background in management, he supports players holistically on and off the pitch.

    Related Articles

    Latest Articles